İsbat mı ispat mı ?

Elif

Yeni Üye
[color=]İSBAT MI, İSPAT MI? Bir Kelimenin Ardındaki Hikâye[/color]

Geçen hafta bir kafede otururken, yan masada iki kişinin hararetle tartıştığını duydum. Konu, görünürde çok basitti: “İsbat mı denir, ispat mı?” Genç kadın, kahvesinden bir yudum alıp sakinlikle “TDK’ya göre ispat,” dedi. Karşısındaki adam ise tebessümle “Ama ‘isbat’ Arapça kökenli, yani aslı o,” diye yanıtladı.

Bu küçük dil tartışması, kulağa önemsiz gelebilir; fakat bir kelimenin telaffuzu bile tarih, kültür ve kimlik meselelerinin içinde kaybolur bazen. O an düşündüm: Belki de mesele sadece bir kelimenin doğru yazımı değil, hakikatin nasıl anlaşıldığıydı.

---

[color=]Kelimenin Peşinde: Zeynep ve Murat’ın Hikâyesi[/color]

Zeynep, dilbilim okumuş, kelimelerin kökenine tutkulu bir kadındı. Kelimelerin insanlık tarihiyle beraber nefes alıp verdiğine inanırdı. Murat ise tarih öğretmeniydi; onun için kelimeler, fikirleri savunmanın araçlarıydı. Bir gün aynı forumda tanıştılar. Başlık şuydu: “İsbat mı, ispat mı?”

Zeynep, sabırlı bir şekilde açıklamaya başladı:

> “Arapça ‘se-b-t’ kökünden gelir. ‘İsbat’ asıl formudur. Ancak Türk Dil Kurumu, sadeleşme sürecinde kelimenin ses yapısına uygun biçimini —‘ispat’— kabul etti.”

Murat, hemen alıntılarla karşılık verdi:

> “Ama ‘asıl köken’ dediğin şey, dilin tarihini saklayan bir hatıradır. Eğer kökeni unutursak, kimliğimizin bir kısmını da kaybederiz.”

Forumda bu diyalog birden onlarca yorumla büyüdü. Kimisi TDK’yı savunuyor, kimisi Osmanlıca kökenin korunması gerektiğini söylüyordu. Ama Zeynep ve Murat’ın arasında geçen konuşma, dilin ötesine geçmeye başlamıştı.

---

[color=]Bir Kelimenin Toplumsal Hafızası[/color]

Türkiye’de dil, yalnızca iletişim aracı değil, toplumsal bir kimlik göstergesidir. Harf devriminden bugüne kadar her sözcük, bir ideolojiyi ya da dönemi temsil eder. “İsbat” diyen biri, farkında olmadan tarihî sürekliliğe yaslanır; “ispat” diyen biri ise yenilik, uluslaşma ve modernleşme sürecinin sesidir.

Zeynep bunu şöyle ifade etmişti:

> “Belki de ikisi de doğru. ‘İsbat’ geçmişin dili, ‘ispat’ bugünün sesi. Dilin görevi, köprü kurmak, değil mi?”

Murat ise düşünceliydi:

> “Ama köprüler bazen iki tarafı da uzlaştırmaz, sadece birini yüceltir. Dilin sadeleşmesi bazen hafızamızı silmek değil mi?”

Bu tartışma, yalnızca iki karakter arasında değil, aynı zamanda toplumun iki kutbu arasında da süregelen bir diyalogdu: gelenek ve yenilik, geçmiş ve gelecek, aidiyet ve değişim.

---

[color=]Erkeklerin Stratejik, Kadınların Empatik Sözü[/color]

Murat tartışmalarda hep delillerle konuşurdu. Arşiv belgelerine, tarihî metinlere atıfta bulunur; kelimenin geçirdiği evrimi kronolojik olarak anlatırdı. Bu stratejik ve çözüm odaklı yaklaşımı, Zeynep’i etkilese de bazen yoruyordu. Çünkü Zeynep kelimeleri hislerle, ilişkilerle anlamlandırıyordu.

Bir gece Zeynep yazdı:

> “Murat, kelimelerin sadece belgelerde değil, insanların kalbinde de yeri var. Bazen bir kelimenin doğru yazımını değil, doğru hissini bulmak gerekir.”

Murat cevap verdi:

> “Belki de haklısın. Çünkü bir kelimeyi savunmak, bir dönemi savunmak kadar ağır geliyor bazen. Belki de kelimeler bizim yükümüz değil, sesimiz olmalı.”

Bu diyalog, erkeklerin stratejik analiz gücüyle kadınların empatik duyarlılığının nasıl birbirini tamamlayabileceğini gösteriyordu. Hiçbiri diğerine üstün değildi; birlikte olduklarında kelimeler hem akla hem kalbe seslenebiliyordu.

---

[color=]Tarihsel Arka Plan: Dilin Siyasi ve Sosyal Yönü[/color]

“İsbat mı, ispat mı?” sorusu, Cumhuriyet’in dil reformundan ayrı düşünülemez. 1930’larda dilin sadeleştirilmesi hareketi, yalnızca iletişimi kolaylaştırma amacı taşımıyordu; yeni bir kimlik inşasının parçasıydı. Osmanlıca kökenli kelimeler “eski düzenin” mirası olarak görülmüş, yerlerine Türkçe kökenli veya sadeleştirilmiş sözcükler getirilmişti.

Bu süreçte bazı insanlar “köklerin unutulduğu” hissine kapıldı. Dilbilimci Geoffrey Lewis’in “felaketle sonuçlanan başarı” tanımı, Türk Dil Devrimi’nin bu çelişkisini anlatır. Devrim başarılı olmuş, ama bazı bağlar kopmuştu.

Zeynep’in dedesi, eski bir öğretmendi. Günlüğünde şöyle yazmıştı:

> “Yeni kelimeleri seviyorum ama bazen cümlelerim yuvamı kaybetmiş gibi hissediyor.”

Zeynep bu satırları Murat’la paylaştığında, ikisi de sustu. O anda fark ettiler ki mesele kelimenin doğruluğu değil, hatıraların ve kimliklerin nasıl taşındığıydı.

---

[color=]Dilin İnsanlaşan Yüzü: Kelimelerin Duygusu[/color]

Bir gün forumda biri sordu:

> “Peki sizce dil mi insanı şekillendirir, yoksa insan mı dili?”

Zeynep şu cevabı yazdı:

> “Dil bizi büyütür ama biz de dili iyileştiririz. ‘İsbat’la ‘ispat’ arasında bir çizgi değil, bir diyalog var. Diller, tıpkı insanlar gibi konuşarak uzlaşır.”

Murat da ekledi:

> “Belki de tartışmamızın sonunda kelimenin doğrusu değil, niyetin samimiyeti önem kazanıyor. Çünkü her kelime bir ‘ispat’tır — ama aynı zamanda bir ‘isbat’, yani kalbimizdeki delil.”

O gün forum sessizleşti. İnsanlar artık kelimeye değil, anlamına bakmaya başlamıştı.

---

[color=]Forumun Son Mesajları: Düşünmeye Davet[/color]

Tartışmanın sonunda biri yazdı:

> “Bir kelime için bu kadar derin düşünmek fazla değil mi?”

Zeynep yanıtladı:

> “Belki de değil. Çünkü bir kelimenin hikâyesi, bizim kim olduğumuzun hikâyesidir.”

Murat da ekledi:

> “Belki ‘isbat’ geçmişimizin sesi, ‘ispat’ bugünün nefesidir. Peki ya yarının kelimesi ne olacak?”

Bu soru, forumda yankılandı. Herkes düşündü: Bir kelimenin kaderi, toplumun vicdanını yansıtır mı?

---

[color=]Sonuç: Bir Harfin Ağırlığı, Bir Toplumun Hikâyesi[/color]

“İsbat mı, ispat mı?” sorusu, belki de yüzeyde bir dil bilgisi tartışması gibi görünüyor. Ama derinlerde, kimliklerin, kuşakların, inançların ve aidiyetlerin kesiştiği bir yerdir bu. Zeynep ve Murat’ın hikâyesi, dilin hem bireysel hem kolektif hafızayı nasıl taşıdığını gösterir.

Kelimeyi doğru söylemekten çok, onu anlamla doldurmak önemlidir. Çünkü dil, sadece seslerden ibaret değildir — bir toplumun düşünme biçimidir.

Ve belki de bu hikâyenin sonunda haklı olan ne Zeynep’tir ne Murat. Haklı olan, kelimelere hayat veren insanlardır.

Peki siz, hangi kelimede kendinizi buluyorsunuz: isbatta mı, ispata mı?